Kaygı, insanlar için doğal ve kaçınılmaz bir duygudur. Hatta aşırılık söz konusu olmadığı sürece bu durumun oldukça sağlıklı olduğunu bile söyleyebiliriz. Çünkü bazen kaygı, tehlikelerden kurtulmamıza veya kendimizi hayati olaylara hazırlamamıza yardımcı olan müthiş bir uyarı anlamı taşır.
Keza ara sıra endişeli hissetmek hayatın olağan akışına uygundur; ancak sürekli kaygı yaşamak bunalma hissi ile eş değer gibidir. Tamamen endişenin hüküm sürdüğü bu durum, çok daha ciddi bir problemin yani kaygı bozukluğunun varlığına işaret edebilir.
Ortaya çıktığı süre boyunca günlük olayları bulanıklaştıran ve mutlulukla doldurulması gereken zamanların şevkini azaltan kaygı, kontrol altına alınabilen bir durumdur. Bununla birlikte, hissettiğimiz derin duygu hakkında net bilgilere sahip değilsek kontrol almada aksaklıklar yaşayabiliriz.
Olumsuz bir durumu imkansız hale getirmemek için kaygının nereden geldiğini iyice anlamalıyız. Böylece, yakından tanıdığımız bu duyguyu nasıl kontrol altına alacağımızı öğrenebiliriz. Bu sayede kendimizi daha iyi anlayabilir ve kişisel kaygılarımızın kökenine dair net bir bilgi elde ederek onları kontrol altına almaya başlayabiliriz.
Kaygı, bireyin tehlikeler karşısında daha atik davranmasını sağlayan hayatta kalma mekanizmasıdır. Bu mekanizma sayesinde hayatta kalma güdülerimizi gerektiğinde canlı tutabiliyoruz. Böylelikle gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi mümkün olan engellere karşı tetikte olarak olarak savunma oluşturabiliriz.
Bununla birlikte, bahsettiğimiz tehlikelere ilişkin bireysel algılarımız baskın çıktığında farklı bir kaygı durumu yaratılır. Yoğun bir panik hali yaşayan sinir sistemimiz göreceli önlemlere ayak uyduramaz ve iş daha da karmaşık bir hal alır. Bu, kaygı bozukluğu olarak adlandırılır ve ortaya çıktığı andan itibaren mantık devre dışı kalır.
Kaygı son evreye varana kadar birçok sinyali de beraberinde getirir. Bu sinyalleri yakalayabilmek kontrolü daima elimizde tutmamıza yardımcı olacaktır. Temelde kaygının ne olduğunu öğrendiğimize göre, şimdi, belirti ve semptomları çok daha yakından tanıyabiliriz.
Kaygı, her insanda farklı belirtilerle ortaya çıkıyor olsa da, onları daha spesifik olarak ele almak için aşağıdaki yaygın belirtilere göz gezdirebiliriz:
Yukarıdaki belirtilerin tümü aynı anda yaşanmasa bile, kaygının yaygın semptomlarını anlayabilmek için yeterlidir.
İnsanlar birçok konuda olduğu gibi, fiziksel ve bilişsel deneyimleri konusunda da birbirinden ayrılır. Dolayısıyla aynı anda aynı tehdit tarafından uyarılan iki bireyin hissedeceği kaygı düzeyi de birbirinden farklıdır. Bu düzeyleri hafif, orta, şiddetli ve panik atak olarak sınıflandırabiliriz.
Şimdi, hızlı bir bakışta, bu seviyelerin nasıl göründüğünü tartışalım:
Hissettiğimiz bütün duyguların bir amacı vardır. Bazıları diğerlerinden daha rahatsız edici olsa bile, bu onları gereksiz yapmaz. Dolayısıyla kaygıdan tamamen kötü bir hismiş gibi bahsetmek yerine onun varoluş amacını anlamaya çalışmak çok daha faydalı olabilir.
Kaygının merkezi korkudur. Korku duygusuna sahip olmak ve onu doğru bir şekilde ifade etmek hayatta kalmamızın anahtarıdır. Bir an için bu duygudan mahrum kaldığımızı düşünelim. Artık tehlikeyi algılayamaz ve yaşadığımız duruma bağlı olarak kaçma veya yüzleşme eylemleri için motivasyon sahibi olamazdık.
Unutmayalım ki sinir sistemimiz daima tetikte olan bir sistemdir. Dolayısıyla en büyüğünden en ufağına kadar bütün uyaranlara karşı aktiftir.
Beyin sizin fark edemediğiniz durumlarda bile potansiyel tehlikeleri algılayabilir. Hemen ardından sizi harekete geçirecek ve uyanık tutacak hormonlar salgılanmaya başlar. Bu, kaygının ta kendisidir.
Artık olası tehlikeler için önlem alabilir, kaç veya savaş ikileminde en mantıklı karara ulaşabiliriz. Yukarıdaki işleyişi net bir şekilde anladığımızda kaygının temel amacının bizi tehlikelere karşı korumak olduğunu görebiliriz.
Panik halindeyken neden o durumda olduğunuza dair nedenleri birbirinden ayrıştırabilmek son derece zorlayıcıdır. Çoğu insan endişelerinin aniden ortaya çıktığını düşünür. Böyle düşünmek ilk etapta normaldir.
Peki, ya anlamlandıramadığımız durumları nasıl izah edebiliriz? Şimdi, bu sorunun cevabına daha yakından bakalım.
Bireyin başa çıkmakta zorlandığı, tehdit çanlarının zihni sürekli olarak meşgul ettiği deneyimlere travma adı verilir. Çoğunluk, travmaların büyük bir olay olması gerektiğini düşünür. Oysa, yaşanılan kötü deneyimler küçük ve büyük olarak ikiye ayrılır.
Büyük travmalar, genellikle bir kez yaşanılan fakat etkisi uzun süre devam eden deneyimlerdir. Tecavüz, nitelikli cinsel istismar, kaçırılma gibi ağır durumlar örnek olarak gösterilebilir. Küçük travmalara ise evcil hayvanınızı kaybetmek, sevilen partner tarafından terk edilmek gibi örnekleri ekleyebiliriz.
Küçük veya büyük fark etmeksizin hayatınızda kötü hisler yaratan her durum, kaygının ana nedenleri arasındadır.
Burada bahsedeceğimiz çevresel faktörler, bütün insanlar için geçerli bir endişe nedenidir. Kimileri bununla baş edebiliyorken kimileri her denemede başarısız hisseder. Şimdi o faktörlere göz gezdirelim:
Bazı hastalıklar veya ilaçlar kaygı nedeni arasında sayılabilir. Bu duruma neden olabilecek tıbbi durumlar şunlardır:
Kaygı, kalıtsal olarak aktarılabilen bir durumdur. Aile öyküsü, kişinin beyin aktivitelerinin yaklaşık %20’sini oluşturur. Dolayısıyla aile bireylerinden herhangi birinin kaygıdan muzdarip oluşu sizi de etkileyebilir.