Biri tarafından saldırıya uğradığınızda veya herhangi bir rehin alma durumunun kurbanı olduğunuzda ne hissedersiniz? Muhtemelen siz de çoğunluk gibi öfkeli hissedecek ve belki de anlık olarak saldırgana karşı hamle yapmayı düşüneceksiniz. Peki, tarihin bu konuda bizi birkaç kez yanılttığını biliyor muydunuz? Geçmişten günümüze bazı ‘’kurbanlar’’, saldırganlardan etkilenmiş ve onlara karşı sevgi duygusu beslemeye başlamıştır. Bu şaşırtıcı durum, Stockholm sendromu adıyla literatüre geçmiştir.
Peki, Stockholm sendromu ne demek? Bu sendromun hikayesi nedir? Stockholm sendromu ile nasıl başa çıkılır? Merak ettiğiniz tüm soruların cevabını bu yazımızda bulabilirsiniz.
Rehinenin kendisini tutsak eden kişi ya da kişilere karşı geliştirdiği duygusal bağ Stockholm sendromu olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, Stockholm sendromunun etkisindeki kişi, istismarcısına karşı sempati besler ve hatta bazen ona karşı sevgi duymaya başlar. Bu sendrom, tamamen bilinç dışı olarak ortaya çıkan bir savunma mekanizmasıdır.
Yakın bir tehlike durumunda beyin yoğun miktarda stres hormonu salgılamaya başlar. Kurban, stresin getirdiği acıyı hafifletmek veya hayatını kurtarmak için saldırganı memnun etmeye çalışır. Kurulan duygusal yakınlık sayesinde kurban, kendini tehlikeden uzaklaşıyormuş gibi hissetmeye başlar. Bu noktadan sonra beyin de sadece hayatta kalma içgüdüsüne adapte olur. Kısacası beyin, kurbanın davranışlarına göre yeniden şekillenir. İşte, bu fenomene Stockholm sendromu denir. Sendroma adını veren hikaye ise oldukça ilginçtir. Dilerseniz bu ilginç hikayeye kısaca bir göz atalım.
Biraz coğrafya bilginiz varsa Stockholm’un İsveç’in başkenti olduğunu bilirsiniz. Peki ama bugünkü yazımıza konu olan ve oldukça tuhaf görünen bu sendromun İsveç’in başkenti ile ne ilgisi var? Sorunun cevabı oldukça basit: Çünkü Stockholm sendromunun bir hikayesi var!
Tarihler 23 Ağustos 1973’ü gösterdiğinde İsveç’in Stockholm şehrinde bir soygun gerçekleşti. İzinli olarak dışarı çıkmış bir mahkum olan Jan Erik Olsson, şehir merkezinde bulunan Kreditbanken adlı bankaya girdi. Kısa bir süre polis alarma geçti ve olay yerine iki memur geldi. Soyguncu memurlardan birini yaraladı ve ikincisini rehin alarak kendisine şarkı söylemesini emretti. Bu sırada yanına dört rehine daha alan Olsson, hükümetten çeşitli isteklerde bulundu.
İsteklerinin arasında hapis cezası çekmekte olan başka bir suçlu da vardı. Durum değerlendirmesi yapan hükümet saldırgan ile iş birliği yapmak zorunda kaldı. Arkadaşı gelen ve istekleri kısmen tamamlanan Olsson, isteklerinin tamamlanması için rehinelerle birlikte bankada kalmaya devam etti. Dışarıda çalışmalar sürerken içeride işler garip bir yere gidiyordu. Rehineler, suçlu ile kendi aralarında bağ geliştirmeye başladılar ve polislerin onlara zarar vermek istediğine inandılar.
Rehinelerin polis aleyhine cümleler kurması hükümeti harekete geçmeye zorladı. Polisler suçluyu yakaladı ve olay elbette ki yargıya taşındı. Ancak yargıç istediği sonucu alamamıştı. Rehinelerin tümü saldırgan aleyhine ifade vermeyi reddetti. Hatta rehin alınanlardan biri, saldırganın avukat ücretinin karşılanması için yasal fon bile oluşturdu. Olsson ve arkadaşı yalnızca 10 yıl ceza aldılar ve rehabilite olmuş şekilde cezaevinden ayrıldılar.
Bütün bu süreci yakından inceleyen kriminolog Nils Bejerot, suçlular ile adeta özdeşleşen kurbanlara atıfta bulunmak için Stockholm sendromu olgusunu ortaya çıkardı. Zamanla giderek daha fazla adını duyuran bu sendrom günümüze kadar gelmeyi başardı.
Tarih boyunca birçok insan, karşısındaki kişi tarafından kötü muameleye maruz kalsa bile ilişkisini sürdürmeye devam etmiştir. Bu cümledeki ‘’birçok’’ sıfatına dahil olan kişi yakın çevrenizden birileri olabileceği gibi bizzat siz de olabilirsiniz. Ancak böyle bir ilişki yaşayan her bireyin Stockholm sendromundan muzdarip olduğunu iddia edemeyiz. Çünkü bu sendromu “toksik ilişki” kavramından ayıran ve daha şiddetli seyreden bazı belirtiler vardır. En sık rastlanan Stockholm sendromu belirtileri ise şunlardır:
Bu işaretler size tanıdık gelmiş olabilir fakat dahası da var. Saldırgan kurbana karşı küçük nezaket eylemlerinde bulunduysa, aradaki tek taraflı bağ daha da güçlenir. Mağdur kendini daha güvende hisseder ve sakinleşerek saldırgana karşı hayranlık beslemeye başlar.
Stockholm sendromu, daha çok kaçırılma durumlarıyla ilişkili bir sendromdur. Bunun temel sebebi aslında eskiden beri var olan durumun trajik bir olay ile isim kazanmış olmasıdır. Aslında bu sendrom kaçırılma olayından çok daha geniş bir alanı kapsar ve düşünülenden daha yaygındır. Bir kişinin, bir başkasının kendi üzerinde otorite benimsemesine izin verdiği bütün ilişkilerde ortaya çıkabilir. Çift ilişkilerinde, iş yerinde veya okulda mağdur saldırganına karşı empati besleyebilir ve hatta ona karşı minnettarlık hissedebilir.
Bu tür patolojik ilişkilerin temelinde bağımlılık ve korku vardır. İstismarcı ile kurulan bağ aslında beynin hayatta kalma stratejisidir. İş birlikçi davranarak ve istismarcıya haklı olduğunu söyleyerek kaçınma şansı yaratılmaya çalışılır. Öte yandan, toksik ilişkilerde veya benzer iletişimlerde durum bu olgudaki kadar şiddetli olmaz. Çünkü sendromun ortaya çıkması için bazı temel koşullar vardır. Koşullar tam anlamıyla sağlandığında bu sendromun varlığından söz edilebilir. Peki, nedir bu koşullar? Hemen sıralamaya başlayalım:
İstismarcı aynı zamanda çok iyi bir manipülatördür. Mağduru etkisi altına almak için çeşitli sevgi gösterilerine başvurur. İkili ilişkilerde bu, partnerini değişeceğine ve davranışlarına çekidüzen vereceğine inandırma şeklidir. Kurban saldırganın o kadar etkisi altına girer ki dediklerine inanır ve ilişkisine devam eder.
Rehin alma durumunda mağdurlar, kendilerini tekrarlayan bir döngü içerisinde bulurlar. Şiddet ve nazik davranış şeklinde ilerleyen bu döngü, mağdurun uğradığı istismarı anlamasını zorlaştırabilir. Saldırganın nazik davranışları kurban tarafından ‘’sevgi işareti’’ olarak yorumlanabilir. Jestleri farklı değerlendiren mağdur için ilişki artık kafa karıştırıcı olmaya başlar ve saldırganın şiddeti affedilebilir hale gelir.
İstismarcı eylemlerini haklı çıkarmak için çeşitli söylemlerde bulunur. Örneğin, banka soygunu yapan birisi kanser hastası annesine ilaç alabilmek için yaptığını söyleyebilir. Ya da başka bir örnek verecek olursak, karşısındaki kişiye şiddet uygulayan bir saldırgan, çocukluğunda şiddet gördüğünü veya cinsel istismara uğradığını ve bu yüzden böyle davrandığını belirtebilir.
Saldırganın anlattığı hikayelerden etkilenen kurban, bir süre sonra kendini onun yerine koymaya başlar. Bir noktadan sonra durum, “Ben de annem için yapardım” şekline evrilir. Empati duygusu artık merhameti doğurmuştur ve kurban saldırgana karşı bu andan itibaren şefkat doludur. Ancak kurbanın şefkati veya empatisi saldırganın davranışlarında herhangi bir değişiklik yaratmaz.
Çoğu durumda mağdurlar oradan kaçmak için hiçbir seçeneği olmadığını düşünür. Özellikle de dışarıdan yardım alamayacakları bir yerdelerse veya telefonlarına el konulmuşsa saldırgan ile duygusal bağ geliştirme olasılıkları çok daha yüksektir. Dış dünya ile temastaki eksikliği mağdurun faili olduğundan farklı görmesinin önemli bir nedeni olabilir.
Mağdurun sahip olduğu psikolojik durum, saldırganla bağ kurmasına neden olabilir. Mağdur depresif ve çıkmazda hissediyorsa veya sevgiden eksik bir yaşam tarzı sürdürüyorsa bu süreç çok daha hızlı gelişecektir. Bunu basit bir örnekle açıklayabiliriz.
Örneğin, yaşamı boyunca kaba insanlara denk gelmiş bir rehine hayal edelim. Saldırganın ona nazik davranması, susadığı zaman su vermesi veya rahatını koruyabileceği fırsatlar sunması kurbanın saldırgana karşı sempati beslemesine yol açacaktır. Mağdura normal yaşantısında o kadar fazla kötü davranılmıştır ki artık kendine olan güvenini ve benlik saygısını kaybetmiştir. Bu nedenle kendine nazik davranan saldırgana karşı olumlu tutum takınmıştır.
Saldırgan kurbanını çeşitli yollarla tehdit edebilir. Örneğin, boşanmak istemeyen bir eş çocukları elinden alacağını söyleyebilir. Yahut fiziki bir rehine durumunda saldırgan, kurbanın tanıdığı herkesi öldüreceğini iddia edebilir. Mağdur bunlardan o kadar etkilenir ki öz güven eksikliği ve ruhsal yıpranma nedeniyle kendini bitkin, depresif ve aciz hissedebilir.
Çatışmalardan kaçınmak ve enerjisini daha fazla harcamamak istemeyen kurban, saldırganla iş birliği yapmak isteyebilir. Aslında bu, tıpkı diğer örneklerde de olduğu gibi, beynin hayatta kalma stratejilerinden biridir.
Stockholm sendromu örneklerini incelediğinizde kurbanın oldukça uzun bir süre kendine gelemediğine şahit olabilirsiniz. Kurbanın hisleri ve düşündükleri sadece olayın yaşadığı zamanla sınırlı değildir. Kurban artık normal yaşantısına dönse bile Stockholm sendromunun etkisi devam edebilir. Bu süreçte kişinin psikolojisi bir hayli etkilenerek şu tip durumlara zemin hazırlanabilir:
Stockholm sendromu, mağdurun depresyonla karşı karşıya gelmesine neden olabilir. Mağdurun kendi içerisinde yaşadığı duygular, içinde bulunduğu durum ve gittikçe daha karmaşık şekle bürünen düşünceler umutsuzluğu doğurabilir. Mağdur istismarcıya karşı olumlu duygular geliştirirken geri kalan her şeye karamsar bir bakışla bakabilir.
Stockholm sendromu yaşamış kişilerin birçoğu kendini daima diken üstünde hissetmektedir. Bunun başlıca sebebi, aynı olayın tekrar yaşanabileceği korkusudur. Korkunun beraberinde getirdiği anksiyete, kişiyi aşırı tedbirli olmaya zorlar.
Örneğin, mağdur, otobüse bindiğinde kaçabileceği yerleri hesaplar veya markete gittiği zaman hangi kapıdan çıkabileceğini aklında tutmaya çalışır. Kaygı seviyesinin hayatın her alanında yüksek seyretmesi nedeniyle mağdur, uyku bozukluğu yaşayabilir veya normalde tepki göstermeyeceği durumlara oldukça sert tepkiler verebilir.
Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ve kişi üzerinde yıkıcı etkileri olan duruma travma adı verilir. Stockholm sendromu da mağdur üzerinde olumsuz etkileri olan bir travmadır. Olayın üzerinden uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen mağdurlar ruhsal olarak etkilenmeye devam eder. Etraftaki çeşitli hatırlatıcılar yaşanan hisleri yeniden canlandırmaya başlar. Bu anıların canlanması kişinin kaygı belirtileri göstermesine neden olur. Mağdur nefes alamadığını düşünür, terler ve karşı konulamaz iç sıkıntısı yaşar.
Stockholm sendromunun insan psikolojisi üzerindeki etkilerinden bir diğeri de öğrenilmiş çaresizliktir. Mağdur istismarı değiştiremeyeceğini artık kabul etmeye başlar. Bu oldukça önemli bir durumdur çünkü mağdur serbest kalsa dahi saldırganla bağını koparmakta zorluk yaşar.
Evine döndüğünde ve saldırganın yakalanarak cezaevine gönderildiğini öğrendiğinde suçluluk duygusu hissedebilir. “Zaten bir şey yapamazdım” düşüncesi o kadar farklı yorumlanır ki mağdur, kendini tekrar riskli durumlara atabilir veya saldırgan ile iletişim kurmaya çalışabilir.
Stockholm sendromu kurbanlarının kendilerini sosyal hayattan geri çekmesi garipsenecek bir durum değildir. Özellikle istismara uğrayan ve rehin alınan mağdurlarda sosyal izolasyon oldukça yaygındır. Mağdurlar insanların kendilerine inanmayacağını düşünebilir veya istismarı anlatmaktan çekinebilir. Endişelerle başa çıkmakta zorlanan mağdur için en iyi seçenek kimseyle iletişim kurmamaktır.
Duygusal temas içeren durumlarda mağdurun diğer insanlara tekrar güvenmesi oldukça zordur. Mağdurun saldırgana güvenme tecrübesinden sonra ortaya genelleştirilmiş güvensizlik duygusu ortaya çıkar.
Geçmişten günümüze kadar devam eden bu olgu, tam anlamıyla bir hastalık olarak ele alınmaz. Dolayısıyla da uygulanabilecek kesin bir Stockholm sendromu tedavisi yoktur. Ancak bazı yöntemler yardımıyla bu sendrom ve neden olduğu olumsuz durumlar daha kolay bir şekilde yönetilebilir. Bu bağlamda Stockholm sendromundan kurtulmak için yapılması gerekenler şu şekildedir:
Stockholm sendromu ile başa çıkma yöntemleri söz konusu olduğunda atılması gereken ilk adım durumun farkına varmaktır. Bunun için kendinize bazı sorular sormaya başlayabilirsiniz:
Eğer yukarıdaki maddelerden en az iki tanesine ‘’Evet’’ cevabını verdiyseniz Stockholm sendromu yaşıyor olabilirsiniz. Hislerinizi takip edin ve tam olarak ne yaşadığınızın farkına varın.
Profesyonel yardım almak, Stockholm sendromundan kurtulma konusunda olmazsa olmazdır. Bu alanda uzmanlaşmış bir psikolog, sizin travma ile başa çıkmanıza, duygularınızı tanıyarak onları anlamlandırmanıza yardımcı olabilir. Eğer evden çıkmakta zorluk yaşıyorsanız ve daha pratik bir danışmanlık yöntemi arıyorsanız online terapi imkanından faydalanabilirsiniz. Her iki durumda da size uzanan uzman eli ile çok daha çabuk bir şekilde toparlayabilirsiniz.
Ailenizden, arkadaşlarınızdan ve destek gruplarından alabileceğiniz destek, iyileşme için hayati önem taşımaktadır. Etrafınızı sizi anlayan insanlarla çevreleyin ve onlara hissettiklerinizi anlatmaktan çekinmeyin. İyileşme sürecinde yaşayacağınız aidiyet ve güven duygusu kendinizi daha çabuk toparlamanıza yardımcı olacaktır.
Stockholm sendromu kurbanı olarak benlik saygınızın azalması veya depresyon gibi sorunlarla uğraşmanız oldukça doğaldır. Bu duyguları yeniden inşa etmek ve duygusal bağımsızlığınızı desteklemek için öz farkındalık çalışmaları yapmayı deneyebilirsiniz.
Bu doğrultuda öz şefkat kavramına daha fazla aşina olabilir ve öğrendiklerinizi uygulamaya başlayabilirsiniz. Böylece başkalarından bağımsız bir kimlik oluşturabilir ve birine bağımlı olmadan ikili ilişkiler kurabilirsiniz. Son olarak, içinde bulunduğunuz durum ne olursa olsun, profesyonel yardım almak üzere bir sağlık kuruluşuna başvurmaktan asla kaçınmamalısınız.